30 Nisan 2016 Cumartesi

Araştırmacı kişiliğiyle bize bilmediğimiz ama tarihimizde çok önemli yeri olan bir mekânı kitabında tanıtan değerli bir yazar, Tolga Aydoğan




     Öykü, roman ve senaryo yazan neredeyse tüm zamanını yazma işine adayan ve araştırmaya gönül veren bir kişi. Ayrıca araştırmacı kişiliğiyle bize bilmediğimiz ama tarihimizde çok önemli yeri olan bir mekânı kitabında tanıtan değerli bir yazar.

     Sadece yazar kimliğiyle hatırlanmak isteyen, okurları tarafından merakla beklenen yeni kitabı Son İstasyon ile de gönüllere taht kuracak olan Tolga Aydoğan ile harika bir günde İzmir gibi sımsıcak, içten ve keyif verici bir röportaj yaptım.    






     Lale Bollukcu: Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
                               Tolga Aydoğan kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

     Tolga Aydoğan: 1982 Ankara doğumlu, kendi halinde yazarlık yapan bir adam. Dokuz tane kitabı ve bir o kadar da dizilerde senaryosu bulunmakta.
     Arka Sokaklar başta olmak üzere Kanıt, Bizim Evin Halleri, Unutma Beni, Cennet Mahallesi, Cemile gibi Türkiye’nin popüler dizilerini yazmış bir adamdır.
    Kitapları Yalnızlık Mevsimi-Bir Ankara Masalı, Kırkikindi Yağmurları, Senaryo Yazarlığı, Mahzen, Kalbimde Bir Yara Bozcaada, Yabancı, Peri Masalı, Son İstasyon bir de Oruçoğlu Ailesinin Biyografisi Yılmaz Oruç’un Hayatı…


     Lale Bollukcu: Sinema ve yazarlık eğitimi aldınız. Yazma tutkunuz ne zaman başladı?

     Tolga Aydoğan: Ortaokulda sınıfta günlük tutan tek erkek öğrenciydim bu yüzden de biraz dalga geçiliyordu. O dönemde edebiyat hocası bir kompozisyondan sonra “Sende bir ışık var” dedi. Aynı dönemde Ankara Yeni Mahalle Belediyesinin düzenlediği yarışmada ikincilik ödülünü aldım. İstemeden Turizm eğitimi aldım. İstanbul’da bir arkadaşım “ Yazarlık, televizyon, senaryo eğitimi alır mısın?” dedi ve Türker İnanoğlu Vakfı’nda bana bursluluk sınavının olduğunun bilgisini verdi.
     İstanbul’a gidip kaydımı oluşturdum ve sınava girerek birincilikle sınavı kazandım. Yazarlık, sinema ve televizyon eğitimi alarak eğitim hayatıma başladım. Okulun ikinci ayında yazdığım öykülerden birisini senaryo derslerine giren Arka Sokaklar dizisinin senaristi Ahmet Yurdakul’a verdim. “ Sen hem oku hem de çalış “ diyerek beni Cennet Mahallesi dizisine aldılar. İlk profesyonel olarak öykü yazdığım dizilerden biridir.


     Lale Bollukcu: İlk romanınız Yalnızlık Mevsimi – Bir Ankara Masalı. Ardından diğerleri geldi. İlk romanınızın doğuş hikâyesi nasıl oldu?

    Tolga Aydoğan: Aslında benim ilk romanım Kırkikindi Yağmurları. Sekiz ayda yazarak 25 yaşındayken kitabı bitirdim. O dönemde de Bizim Evin Halleri isimli dizide çalışıyordum. Dosyamı verdiğim Bilgi Yayınevi basmak istediğini söyledi fakat beni üç sene bekletti.  O bekleme sürecinde de piyasayı inceledim. Baktım ki Kırkikindi Yağmurları 12 Eylül dönemini anlatıyordu ve siyasi konuları içeren romanlar fazla okunmuyordu. Aşk kitabı yazayım dedim yani en azından daha hızlı yayınlanabilir diye düşündüm.
     Bu sürede de Arka Sokaklar dizisine başladım. Kırk, kırk beş gün civarında bir boşluğum oldu ve bu boşlukta hemen Yalnızlık Mevsimi – Bir Ankara Masalı’nı yazdım. Yazdığım kitabı Postiga Yayınlarına verdim. Beğendi ve basmak istedi. Akabinde de Kırkikindi Yağmurlarını da verdim ve basıldı. Ankara doğumlu olduğum ve anılarımda Ankara’da olduğu için bir Ankara kitabı olmasını istedim. Hüzünlü bir hikâyesi vardır. Ankara’da yaşayan genç bir kız ve oğlanın aşkları ve seneler sonra tekrar karşılaşmalarını anlatır.


         Lale Bollukcu: Kelimeleriniz ne zaman ve nerede kalem ile kâğıtta raks ediyor?

     Tolga Aydoğan: Bir ilham gelmesi asla beklenmemesi gerekir. İş profesyonellikse bunun bir saatinin olmayacağı düşüncesindeyim. İlham gelmesini beklerseniz çok beklersiniz. Ben bir roman yazacaksam şayet sabah altıda kalkarak başlarım. Akşama kadar çalışırım. Yemek molasından sonra yatmadan önce gece saat on iki, bire kadar çalışırım. Ertesi gün yine aynı saatlerde yazılarımı yazarım.
      Senaryo bazındaysa böyle bir lüksünüz yok. Sabahtan başlayıp hatta yemek bile yemeden işi yetiştirebilmek için devamlı yazarsınız. Senaryoların işleyişi bizde farklıdır. 90 dakikalık bir dizinin senaryosu 90 sayfalıktır ve size üç gün verilir. Aslında 90 sayfa bir sinema filmidir. Senaryo yazımı biraz daha yorucudur.
      Roman şu açıdan iyi istediğiniz şeyi yazıyorsunuz. Sipariş bir şeyi yazmıyorsunuz. Roman yazmayı, edebi bir eseri yazmayı daha çok seviyorum. Sadece benim için değil birçok senaryo yazarı için senaryo yazmak bir işkencedir. Oyuncuları, yönetmeni, yapımcısı için daha pozitiftir. Ayrıca ben çok göz önünde olmayı sevmem. Ben sadece yazar kimliğimle tanınmak istiyorum. Ben yazayım insanlar kitabımı okusun.


        Lale Bollukcu: Kesinlikle devamlı kitap yazın ve bizler de okuyalım.

    Geçen sene Facebook’taki Kitap Yoldaşlığı sayfasının düzenlemiş olduğu kitap okuma etkinliğinde “ Kalbimde Bir Yara Bozcaada “ isimli kitabınızı okuduk. Kitaplar Türkiye’yi Geziyor etkinliğinde severek okuduğum bir kitap oldu. Beni çok etkiledi. Kitapta yazılan yerleri gidip görmek istedim. Türk genci ve Rum kızının arasındaki sevgiyi, aşkı hissederek okudum. Kitabı okurken sanki ben de o günlerde yaşadım karakterlerle beraber. İşlenen o saf sevgiyi, aşkı o kadar güzel yazmışsınız ki bir kere daha kaleminize sağlık diyorum.
      Okuyucularınıza bu duyguları verebilmek için siz neler hissederek yazıyorsunuz?

     Tolga Aydoğan: Teşekkür ederim sağ olun. İmza için Bozcaada’ya gitmiştim. İmza sonrası yemek yediğimiz yerin sahibine sordum “ Burada ilginç bir hikâye var mı? “. Biraz bekledikten düşündükten sonra “ Evet var öyle bir şey “ dedi. “ Geçen gün buraya bir Rum Hanım geldi. Yan taraftaki ortaokula girerek hüngür hüngür ağladı, çıktı. Oturttuk sakinleşsin diye çay ikram ettik. Meğerse kadın o 6 - 7 Eylül olaylarında mecburen ayrılmak zorunda kalmış. Takriben 70 – 80 yaşlarında bir hanımefendi. Yıllar sonra Bozcaada’ya gelip okuduğu okula giriyor anıları depreşiyor, hüzünleniyor. “
    Bu olayı duyunca da kurgulayarak Kalbimde Bir Yara Bozcaada isimli kitabımı yazdım.



    Lale Bollukcu: Gerilim, aşk, 12 Eylül farklı farklı konularda romanlar, senaryolar yazıyorsunuz. En son çıkan kitabınız Son İstasyon da öykülerden oluşmakta. Roman ile Öykü arasında farklar sizce neler?

     Tolga Aydoğan: Roman yazmak bir maraton koşmak gibi. Öykü yazmak ise 100 metreyi koşmak gibi. 100 metreyi koşan sporcu inanılmaz bir güçle çıkıyor ve finali iyi saniyede geçmesi gerekiyor. Roman yazarken de enerjisini idareli kullanıyor, birçok şeye daha dikkat ediyor, süreci o şekilde tamamlıyor. Yazar içinde benzer bir durum söz konusu. Öyküyü biz ikiye ayırıyoruz; durum öyküsü, olay öyküsü.
     Bana sorarsanız bazı yönlerden öykü yazmak roman yazmaktan daha zor. Bir kesit verecekseniz, durum öyküsü anlatacaksanız en iyi şekilde tokat atmanız, işlemeniz gerekiyor. Okuyucu mutlu olsun. Mesela Aziz Nesin’e diyorlar “ Ne güzel senin öykülerin hemen okunuyor, sıkmıyor.” Aziz Nesin’de cevap veriyor “ Ben sekiz defa dokuz defa okuyorum okuyucu sıkılmasın diye üzerinden defalarca geçiyorum “.
     Bir senede yazılan roman var. Bir günde yazılan öykü var. Yazar her gün bir öykü yazacakmış gibi hazırlanarak bir sene boyunca aynı eforu sarf edecek ve roman ortaya çıkacak. Romandaki olay nedir, karakteri açarsın, mekâna derinlik verirsin, dramatik yapıyı ona göre kurarsın.
     İkinci yeni garip akımından sonra ortaya çıkan öykücülüğe en iyi örnek Can Yayınlarından kitabı çıkan Sayın Sine Ergün, ödül almış bu kitabıyla. Genelde duygu durumlarını anlatan öyküler. Günümüz öyküsünü örnekleyen bir yazım şekli var.
     Eski öykülere de baktığımız zaman Tarık Dursun, Ahmet Yurdakul gibi yazarlar ise genelde olay öyküleri yazıyorlar, karakter daha ön planda, daha bir derinliği var.  
      Son İstasyon öykü kitabını yazarken aynı ismi taşıyan öykünün ilginç bir hikâyesi oldu. Bir öykü yazarken pek bilinmeyen, Kurtuluş Savaşı’nda önemli yeri olan bir mekânı keşfettik. Eğirdir Garı, Kurtuluş Savaşı’nda bir menzil noktası. Cepheye silahın, yiyeceğin sevkiyatlarının yapıldığı bir noktaymış. Daha da ilginci Mustafa Kemal Atatürk Sad Harekât Planı diye bir plan kaleme alıyor. Bu bilgiyi de araştırmalarım sırasında öğrendim.
     Bir tarihçi vasıtasıyla Eğirdir Akın Gazetesine ulaştım, Recep Bozkurt ile görüşerek bu bilginin detaylarını öğrendim. Kurtuluş Savaşında 21 adet uçak kullanmışız. Genelkurmay arşivinden öğreniyoruz ki bu bilgi okullarda öğretilmiyor. Kurtuluş Savaşı’nda ordu eğer yenilmiş ve ya ters bir durum olsaydı Mustafa Kemal Atatürk’ün B planı olan bu Sad Harekat Planı ile ordu Eğirdir Garı üzerinden Toroslara çekilecekti. Bu bilinmedik bir konuyu ele almak istedim. Sıkıcı bir tarih metni olmasın diye bireyin üzerine yansıtarak, Eğirdir Garı’nda çalışan bir telgrafçı kişinin üzerinden aktardım.
     Kurtuluş Savaşı’nda geçen ve arka planda çok önemli bir yeri olan Eğirdir Garı’nı işlediğim için müthiş derecede içime sinen, gurur kaynağı bir öykü oldu.


     Lale Bollukcu: Son İstasyon hikâyenizi okuduğumda kullanılan dilin o tarihlerde kullanılan dil olduğunu gördüm. Bazen benim bile bilmediğim kelimeler karşıma çıktı. Bu öykünüzü yazarken ayrıca nasıl bir hazırlık yaptınız?

      Tolga Aydoğan: Son İstasyon'un ruhunu yansıtması için özellikle o dönemde kullanılan jargonu öyküye yedirmeye çalıştım. Böylece okuyan kişi atmosferi daha net hissedeceğini tasavvur ettim. Henüz yeni çıksa da kitabı okuyan birkaç arkadaşım da benzer bir şeyi dile getirdi. Bunun okuyucuyu yorduğunu düşünmüyorum, aksine eski kelimelerin edebiyatımızda kullanılmasının bir zenginlik olduğu kanaatindeyim.
   Kullandığım eski kelimelerin birçoğu zihnimde var olan fakat gündelik hayatta sıkça kullanmadığım kelimelerdi. Atatürk'ün telgrafları mesela aslı gibi durmaktadır öyküde. Kaymakam Sulhi Bey'in Vali'ye göndermiş olduğu eski kelimelerden oluşan telgraflar da hakeza orijinaldir. Diğer kitaplarımda daha yalın bir dil kullanmayı tercih etmişken, eski kelimelerin Son İstasyon'a yakıştığını düşündüğüm için tercih ettim.



     Lale Bollukcu: Kitaplarınızın kapak tasarımlarınızı nasıl hazırlıyorsunuz?

     Tolga Aydoğan: Kitap kapakları oluşturulurken yayınevi - grafiker - yazar üçlü bir toplantı yapar ve kafadaki düşünceler ortaya konur. Biz hep böyle yapmışızdır. Herkes fikrini beyan eder ve iki kapak yapılır. Beğenilen kapak üzerinde gerekli revizyonlar yapıldıktan sonra da son hali verilir ve baskı için hazır hale gelir. Ben kapak konusunda grafikeri biraz özgür bırakmak taraftarıyım. O da kitabı okur çünkü objektif olarak bizim görmediğimiz noktalardan kapağı oluşturma fikrini ortaya atar. Bu şekilde yapıyoruz kapak çalışmalarını. 



     Lale Bollukcu: Yazdığınız her bir kitabın matbaada basıldıktan sonra ilk kopyasını elinize aldığınızda neler hissediyorsunuz?

     Tolga Aydoğan: Kitap çıktıktan sonra açıkçası biraz tereddütlü davranıyorum, çünkü bilgisayarda yapılan kapağın rengi ile kitap çıktığı zaman fiziki kapak arasında renk farklılığı olabiliyor. O nedenle heyecan aslında biraz bundan kaynaklı oluyor. Renklerde şayet bir sıkıntı yoksa elime kitabı alıp sayfaları çeviriyorum.
     Sayfaların kokusunu bir içime çekiyorum. Güzel bir duygu oluyor elbette. Bu sefer acaba bu kitabın değeri bilinecek mi diye düşünmeden edemiyorum. Hele ki Son İstasyon kitabında bu kaygıyı cidden hissettim. Bakalım satışları nasıl olacak. 



     Lale Bollukcu: Senaryosunu yazdığınız diziyi seyrederken aklınızdan neler geçiyor?

     Tolga Aydoğan: Ben TV'ye dizi yazıyorum fakat televizyonu sevmeyen, seyretmeyen birisiyim açıkçası. Televizyonun insanların beynini uyuşturduğunu düşünüyorum. Televizyon, sigaradan, alkolden hatta uyuşturucudan bile daha beter bir şey. En son TRT'ye bir dizi yazdım, inanın seyretmedim yazdığım bölümleri. Seyrettiğim zaman da zaten yönetmene- oyuncuya sinirleniyorum, benim yazdığım güzel bir sahneyi ya çekememiş oluyor ya oyuncu kötü oynamış oluyor. Bunu o kadar çok yaşadım ki o yüzden de izleme gereği duymuyorum. 


     Lale Bollukcu: Yeni bir kitap projeniz var mı?

    Tolga Aydoğan: Atilla İlhan’ın eski bir programında söylediği bir söz beni yeni yazıyor olduğum kitabın araştırmasına, konusuna itti. Dedi ki “ Maalesef artık bunlar yazılmıyor, gençlerimiz tarihi tam olarak bilmiyor”. Atatürk’ün hayatına girmiş ve Kurtuluş Savaşı’nda ya da Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşı gibi ilklerin olduğu bir araştırma yapıyorum. “ Atatürk’ün Hayatına Değenler “ ya da “ Atatürk’ün İzindekiler “ ismi ile yayınlanacak olan böyle bir kitabın hazırlığı içindeyim. Maalesef günümüzde Atatürk, hor görülüyor, aşağılanıyor, kötü sözler söyleniyor ve ben bunları hazmedemiyorum. Bunlardan dolayı ben bireysel olarak mücadelemi vererek Atatürk’ün bilinmeyen yönlerini insanlara anlatmaya ve sevdirmeye çalışacağım.


       Lale Bollukcu: Senaryo, roman ve öyküler yazmaktan kitap okumaya fırsat bulabiliyor musunuz?

     Tolga Aydoğan: Şu an önümde 18 adet Atatürk ile ilgili kitap var aynı anda okuyup araştırdığım. Yeni yazarlardan Hakan Bıçakçı’yı okuyorum. Kemal Tahir, Atilla İlhan, Tarık Dursun gibi yazarlarımızın okumadığım eski eserlerini okumaya çalışıyorum.


     Lale Bollukcu: Benim bir de yemek, kültür bloğum var. Yemek yemek ve yemek yapmak ile aranız nasıl?

     Tolga Aydoğan: Karnıyarığa bayılırım. Turizm okuduğum için öğrencilik yıllarımda bir takım yemekleri yapmayı öğrendim. Yemekten asla kopmadım, yapmasını da yemesini de seviyorum. Antep yemeği olan Ali Nazik yapmayı çok severim. Patlıcanları kızarttıktan sonra kabuklarını soyarak küçük küçük doğruyorum. Diğer yanda soğanı doğrayıp pişirirken kıymasını da koyup kavuruyorum. İçine birkaç diş sarımsak ve kabukları soyulup doğranmış domatesi de katarak bir güzel sos gibi pişiriyorum. Doğradığım patlıcanları bir borcama döküyorum üzerine de pişirdiğim sosu gezdiriyorum. Afiyet olsun.


      Lale Bollukcu: Bu tarif için ayrıca teşekkür ederim. En kısa zamanda bu tarifinizi uygulayacağım. Yemek yapmak yazı yazmak, ikisi de bir şeyleri ortaya çıkarmak, üretmek. Bunları yaparken neler hissediyorsunuz?

     Tolga Aydoğan: Yemek yapmak biraz daha zahmetli bir iş oluyor. Hele ki yaprak sarması saatlerce yapılıp iki dakika da yenip bittiği için yapan kişiye işkence oluyor. Yemek yapmak bir zorunluluk değilse kesinlikle daha bir lezzetli oluyor ve keyif alıyorsunuz. Yazmak içinde aslında aynısını söyleyebilirim.
     Birinde yemek yiyorsunuz diğerinde de kitap bittikten sonra okurlar mesaj gönderiyor. Mesela okur mesajında, ben kitabınızı çok beğendim, diyor işte o zaman müthiş bir keyif ve lezzet alıyorsunuz yazmaktan. İkisinin de ortak noktası var. Yemek yapana da yazı yazana da eline sağlık diyoruz.


      Lale Bollukcu: Kara kalem ile mi yazılarınızı yazmayı seversiniz bilgisayarla mı?

      Tolga Aydoğan: Ben o süreci şöyle yaşadım. Öğrencilik hayatımda bilgisayarım Ankara’daydı ben İstanbul’da okuyordum. Cennet Mahallesi dizisinin öykülerini kara kalemle yazıyordum okulda bilgisayarda yazarak mail gönderiyordum. Bir süre sonra kendi yazdığım edebi öyküler için bir daktilo satın aldım.

     Turuncu Olympia marka F klavye bir daktiloydu. Emin olun yazma hızınız düşük ama düşünme hızınız daha da artıyor ve yazdığınız eser daktiloda kaliteli çıkıyor. Bilgisayara geçtiğiniz zaman sanki suni bir şey yazıyormuşsunuz gibi oluyor. Daktilodan bilgisayara geçen birçok arkadaşım da benzer duyguları yaşamışlar. Daktilo ile yazmak daha bir keyifli.



       Lale Bollukcu: Yazar adaylarına ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?

     Tolga Aydoğan: Öncelikle sabır diyorum. Geçmiş yıllarda Sayın Sülhi Dölek şöyle demişti, “ Yazarlık her sene yazarlık sürecinin üzerine bir tuğla koymaktır ve bir süre sonra duvar inşa edersin”.
     Ben ilk yazdığım öykülerde kendimi, ailemi, arkadaşlarımı, çevremdeki kişileri, meslek gruplarını anlattım. Bu aslında yazmanın en doğalı, daha da öncesine gidersek günlük ve kompozisyon geliştiriyor. Bir süre sonra da karakterler oluşturarak yazmaya başlıyorsun. Bunlar da bir anda oluşmuyor o yüzden sabır diyorum.
     Senaryo yazımı üç aşamalıdır. Önce öyküyü yazıyorsun, daha sonra biraz geliştiriyorsun tretman yazıyorsun en son da senaryoyu yazıyorsun. Teknikleri bilmen gerekiyor ve bunun içinde eğitim alman şart.
     Edebi bir eser yazacak olan kişiler için de eğitim alsalar da olur almasalar da ama bol bol okuması gerekiyor. Orhan Pamuk’u okuması lazım, post modern roman dedikleri nedir okuyup görmesi gerekli. Kemal Tahir, diyalogları akıtarak yazmaktadır. Beslendiği kişi de Nazım Hikmet’tir. Bir de Orhan Kemal vardır, araları çok iyi olduğu için düz yazıları hep diyaloglu akıtırlar. Tarık Dursun, daha görsel anlatır. Paragraflarında görsel şölen vardır sanki sinema filmi seyrediyormuş hissi ile okunur.
     Kırkikindi Yağmurları romanımda Ahmet Yurdakul’un Korsanın Seyir Defteri isimli romanının tekniğini kullandım. Günümüzde yaşanan bir hikâyeyi, bir geçmişe bir bugüne dönerek yazarız. Bu bir tekniktir. Bir süre sonra devamlı okuyup yazarak hoşunuza giden bir üslup oluşturuyorsunuz.
     Öncelikle yazar olmak isteyen herkes bol bol okuyacak ve günlük ile başlayacak. Kompozisyon ile devam edecek. Denemeler yazmaya çalışacak, ardından öykü yazacak ve en son da roman.     


   Lale Bollukcu: Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu sorardınız?

     Tolga Aydoğan:  Yazar olmasaydım ne olurdum? Olabilir belki. Yazar olmasaydım sporla uğraşırdım. Senelerce lisanslı olarak futbol ve basketbol oynadım. Hatta basketbol antrenörlük sertifikam bile var.
     Hayat tesadüflerden ibaret Balıkesir Üniversitesi'nde istemediğim bir bölümü okumak zorunda kaldım, sonrasında da arkadaşımın yönlendirmesiyle TÜRVAK'ın bursunu kazandım ve sinema TV eğitimi aldım. Hiç aklımda yokken birden İstanbul'da buldum kendimi. Okulun ikinci ayında da kendimi Cennet Mahallesi'nde öykü yazarken buldum. Belki Sinema-TV eğitimi için İstanbul'a gitmeseydim şu an bir basketbol takımını çalıştırıyor olurdum.   

       Lale Bollukcu: Atatürk’ün çocuklara ve ruhu hep çocuk kalanlara armağanı olan bu güzel günde değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.


                   Lale Bollukcu



4 yorum:

  1. Bu güzel sohbet için ikinize de çok teşekkürler Tolga Aydoğan ve Lale bollukçu :)

    YanıtlaSil
  2. Sohbet tadında güzel bir ropörtaj olmuş. Yazarımıza meslek hayatında başarılar dilerim. Teşekkürler Lale Mevsimi...

    YanıtlaSil
  3. O ışık, kocaman bir evreni aydınlatan güneş oldu. Teşekkürler emeği geçenlere.

    YanıtlaSil